Edirne
Valisi | Adı Soyadı |
---|---|
Nüfusu | 000 Kişi |
Yüzölçümü | 000 Km² |
Belediye Başkanı | Filiz Gencan Akın |
Taban Ücretleri
6326 Nolu Kanun
Rehber Sözleşmesi
Yunan Mitolojisi
Gizemli Semboller
Anadolu Mitolojisi
Türkülerin Hikayeleri
Uçuş Bilgileri
Slot Merkezleri
Otoyol Ücretleri
Mobil Müze Kart
Müze İletişimleri
Yol Tarifi Mesafeler
Müze Giriş Ücretleri
Hava ve Yol Durumu
ARNAVUTLUK
BOSNA HERSEK
KARADAĞ
KOSOVA
MAKEDONYA
SIRBİSTAN
ALMANYA
İZLANDA
SLOVAKYA
AVUSTURYA
İTALYA
SLOVENYA
BELÇİKA
LETONYA
İSPANYA
BULGARİSTAN
LIHTENŞTAYN
İSVEÇ
ÇEKYA
LİTVANYA
İSVİÇRE
DANİMARKA
LÜKSEMBURG
ESTONYA
MALTA
FİNLANDİYA
HOLLANDA
FRANSA
NORVEÇ
HIRVATİSTAN
POLONYA
YUNANİSTAN
PORTEKİZ
MACARİSTAN
ROMANYA
Valisi | Adı Soyadı |
---|---|
Nüfusu | 000 Kişi |
Yüzölçümü | 000 Km² |
Belediye Başkanı | Filiz Gencan Akın |
Etimolojisi
İslamiyet Öncesi
İslamiyet Sonrası
Cumhuriyet Dönemi
GALA GÖLÜ
Gölün çevresi bataklıktır. Yüzölçümü yaklaşık 7,7 km² olan göl, Meriç ırmağı ile bağlantılıdır. Meriç ırmağı’nın zaman zaman taşıdığı maddeler, gölün bağlantıyı sağlayan ayağını kapatmaktadır. Böyle durumlarda Gala gölü, çevre toprakları su altında bırakmakta ve Gala gölü ile Pamuklu göl birleşmektedir. Ortalama derinliği 70 santimetre’dir. Çok tuzlu olan suları kullanılmaz. Göl çevresi bütünüyle bataklıktır. Bu bataklıkların doğal bitki örtüsü sazlık ve kamışlıktır. Kışın bu bataklıklar ulaşım olanağı vermez. Yazın ise kuruyan yerlerden geçilebilir. Kışın Ocak ve Şubat aylarının soğuk günlerinde, yüzeyinde ince bir buz tabakası oluşan Gala gölü’nden temel yararlanma biçimi balıkçılıktır.
ISTRANCA DAĞLARI
İstanbul Boğazı’nda Karadeniz Dağ Sırası’ndan ayrılan ve Karadeniz kıyısı boyunca Bulgaristan sınırına doğru uzanan Istranca Dağları’nın yükseltileri; Tunca Havzası’na yaklaştıkça azalır. Istranca Dağları’nın en yüksek yeri il sınırları dışında, Kırklareli ile Demirköy arasındadır. Buralarda bile, ortalama yükseltisi 1.000 m’yi geçmez. Trakya’nın kuzeydoğusundan Edirne topraklarına giren Istranca Dağları’nın yükseltileri azalır ve Lalapaşa ilçe sınırları içinde bir plato görünümü egemen olmaya başlar.
Istranca Dağları’nın yüksekliği, Bulgaristan sınırı yakınındaki Bakacak Kule Tepesi’nde 590 m’ye ulaşır. Aynı zamanda daha dalgalı olan bu platonun yükseltisi güneybatıya doğru küçük akarsu vadileri oluşturarak azalır. Lalapaşa yöresinde 250 m’nin altına düşer. Istranca Dağ kütlesi, güneyden Ergene Havzası’na inen akarsularla parçalanmıştır. Genellikle granit ve gnays ana kayaları üzerinde yer alan ve dalgalı bir yapısı olan bu kesimlerde, orman örtüsü altında, sığ ve kalkersiz kahverengi orman topraklarına rastlanır. Şiddetli erozyona uğrayan tepelerde bu örtü seyrekleşmiş ya da tümüyle ortadan kalkmıştır.
OVALARI
VADİLERİ
TUNCA
Bulgaristan topraklarında, Kocabalkan'ın orta kesiminden ve Korucadağ'dan inen kaynak kollarının Kızanlık Ovası'nda birleşmesiyle oluşur. 61 km.'si Türkiye topraklarında olmak üzere 330 km. uzunluğundadır. Edirne'yi kuzeyden ve batıdan kuşattıktan sonra Tunca (Ekmekçizade) Köprüsü'nün 1 km. aşağılarında Bülbül Adası denilen alanda Meriç Nehri ile buluşur. Tunca; 16. yüzyıla kadar, Kentin içme suyu ihtiyacını da karşılayan bir nehir durumundaydı.
---
MERİÇ
Antik adı Hebros olup, Bulgarca Maica, Rumca Evros olanak anılır. Bulgaristan'ın güneybatısında; Rila Dağlarının kuzey yamaçlarından doğar. Sivilingrat ve Kapıkule arasında Bulgaristan Yunanistan sınırını; Karaağaç dışında da Kapıkule ile Enez arasında Türk- Yunan sınırını oluşturur. 490 km. uzunluğundadır ve Enez'de Ege Denizine dökülür. Türkiye -Yunanistan sınırının başlangıç noktalarında Arda'yı; Türkiye sınırları içinde ise Tunca ile Ergene Nehirlerini içine alır.
---
Florası Hakkında
Faunası Hakkında
01.İlçe, 02.İlçe, 03.İlçe, 04.İlçe, 05.İlçe, 06.İlçe, 07.İlçe, 08.İlçe, 09.İlçe, 10.İlçe, 11.İlçe.
Konumu Hakkında
KANUNİ KÖPRÜSÜ
Kanuni Sultan Süleyman devrinde inşa edilmiştir. Sarayiçi semtini Edirne'ye bağlayan güzel bir köprüdür. Kanuni Köprüsü 1553-1554 yıllarında yapılmıştır. 60 metre uzunluğunda olup, açıklıkları 9.75 metre, köprü yolu genişliği 4,5. metredir. Dört gözlüdür. Düzgün köşe planlı, başlık kısmı piramit şeklindedir. Köprü gözleri orta ayağın sağ ve solunda yer alır. Ayaklarda boşaltma gözleri yoktur. 1902 yılında selde zarar gören köprü o dönemde; son olarak ise 1990 yılında onarılmıştır. Sarayiçi denilen bölgeyi ve Tunca Adasını şehre bağlayan bu köprüye halk arasında Saray Köprüsü denir. Bazı kitaplarda Sultan Süleyman Köprüsü olarak anılan yapı Mimar Sinan'ın şaheserleri arasında sayılır.
---
TUNCA KÖPRÜSÜ
Tunca nehri üzerindedir. 1608-1613 yılları arasında inşa edilmiştir. Mimarı, Sultan Ahmet Camisi'ni de inşa eden Mehmet Ağa'dır ve o yıllarda Edirne'de yaşayan Mimar Hacı Şaban'ın da yapımına önemli katkılarda bulunduğu söylenir. Edirne'nin güzel köprülerindendir. Asıl adı Defterdar Ekmekçizade Ahmet Paşa köprüsüdür. Halk arasında Tunca Köprüsü olarak anılır. Yapımında "Nehri altın ve gümüşle doldurmacasına para harcandığı" söylenir. Mimari yorumcular on gözü olan köprü için "Eşi Bulunmaz" nitelemesini yaparlar. Üzerindeki parke granit taşlar Sultan Reşat'ın Edirne'yi ziyareti sırasında konulmuş orjinal taşlardır.
---
MERİÇ KÖPRÜSÜ
Bu köprünün yapımı 1832 yılında Edirne'yi ziyaret eden Sultan II.Mahmut'un emriyle gündeme gelmiştir. O yıllarda burada ahşap bir köprü bulunmaktaymış. Köprünün yapımı bütçe sıkıntıları nedeniyle ancak 1842 yılında Sultan Abdülmecit döneminde başlatılabilmiş ve beş yılda bitirilmiştir. Bitiminde köprüye konulan kitabe, Yunan İşgali döneminde işgalciler tarafından söktürülmüştür. Edirne'nin en yeni Osmanlı yapısı köprüsüdür. 12 kemerli olup, güzel bir görünüşü vardır. Günbatımının dünyada en güzel izlenebildiği noktalardan olduğu söylenir.
---
ÇEŞMELERİ
HAMAMLARI
TİYATROLARI
MEYDANLARI
SU KEMERLERİ
MAKEDONYA SAAT KULESİ
SELİMİYE CAMİİ
Selimiye'yi yaptırtan Kanuni'nin oğlu İkinci Selim, 22 Haziran 1567'de İstanbul'dan Edirne'ye gelmiş ve Avusturyalılar'la yapılan barış anlaşmasına kadar burada kalmıştır. Caminin yapım kararının o günlerde verildiğini söyleyenler vardır. Bir başka anlatıma göre ise Türkler tarafından "Seddi İslam" larak algılanan Edirne'nin seçilmesinde padişahın gördüğü bir rüya rol oynamıştır. Buna göre Hz. Muhammet, bu rüyada Padişaha Edirne'yi ve şimdiki yeri işaret etmiştir. Diğer yandan, İkinci Selim'in kentle ilgisinin gençlik yıllarında başladığı, Kanuni'nin İran Seferine çıkarken onu tahtının korunması için Edirne'de bıraktığını ve Padişahın Edirne'ye özel bir sevgiyle bağlı olduğunu hatırlatarak; Edirne Tercihinin bu durumdan etkilendiğini ileri sürenler vardır. Bunun nedenini o dönemde İstanbul'da uygun bir arsa bulunmayışıyla açıklayan değerlendirmelere de rastlanılmaktadır. Selimiye inşaatı 1568'de başlatılmış, 27 Kasım 1574 günü açılması kararlaştırılmış, 1575 Yılında ibadete açılmıştır.
Teknik Bilgileri
Kurucusu : Sultan 2. Selim
Mimarı : Koca Sinan
Yapılış Tarihi : 1568 - 1574
Kapladığı Yer : Külliye ile birlikte 22.202 m2
Caminin İçi : 1620 m2
Caminin Haremi : 2475 2
Kubbenin Çapı : 31.30 m.
Kubbenin Yüksekliği : 43.28 m.
Minarelerin Yüksekliği : 70.89 m. ya da 72.50 m.
"Aslında büyük mekan yapıları için Kubbeler, giderek, hem bir baş öğe olmuşlar; hem de göğün, tanrının, politik gücün ve kent fizyonomilerinin simgesi haline gelmişlerdir." Selimiye'nin kubbesi bu anlamda ve Sanayi öncesi mimaride tek kubbeli Mekan yapılarının gelişmesini en son noktasına ulaştıran bir "doruk nokta" olarak kabul edilir.
Kubbe Yüksekliği 43.28 m. çapı 31.22 m. olup ağırlığı 2000 tondur ve sekiz sütun (filayağı) üzerine oturtulmuştur. Selimiye'nin kubbesi Osmanlı Mimarisi'nin olduğu kadar, kubbeli yapı geleneğinin en büyük aşamasıdır. Kubbedeki kalem işi süslemeler 1978-1985 yılları arasında restore edilmişlerdir.
Dört minarede 380 cm. çapında, külaha kadar 70.80 m. külah ve alem dahil 85 m. yüksekliğindedir. Selimiye'den yüksek tek minare ise Delhi'deki Kutb-Minar'dır. Ancak bu minare Selimiye minarelerine göre çok kalındır.
Ters Lale
Müezzinler Mahfeli'nin kuzeydoğu yönünde; köşedeki mermer ayağında, Bir küçük ters lale motifi bulunur. Yaygın söylenceye göre bu lale, Cami arsasının sahibi olan ve burada lale yetiştiren kişinin, arsaya Cami yapımı için çıkardığı güçlük ve ters tutumunu sembolize etmektedir. Bazılarına göre caminin yapımında çalışan kör bir ustanın ürünü olan bu lale için, halk arasında, başka inançlar da vardır. Örneğin, Allah ve lale sözcüklerinde aynı harfler bulunması nedeniyle bu çiçeğe Mistik bir anlam kazandırılmış ve kutsal sayılmıştır. Ayrıca eski Harflerle yazılmış lale sözcüğü tersten okunduğunda Osmanlılar'ın Kutsal alameti olan hilal okunur.
Bir başka yaklaşım da Mimar Sinan'ın o günlerde hastalanan ve ölen Torunu Fatma ile ilgilidir. Buna göre zaten kalın boğumuyla yeteri Kadar bozulmuş lale motifi Sinan'ın torunuyla ilgilendiği ve moralinin Bozuk olduğu günlerde bir kalfa tarafından kondurulmuştur
Terslale Dahil Selimiye Çinilerinde 101 Ayrı Lale Motifi Kullanılmıştır. Selimiye Camisi'nde sıvaüstü ve ahşap boyama kalem işlerinde değişik Lale motifleri kullanılmıştır. Müezzinler Mahfeli'ndeki terslale dahil, Selimiye Çinilerinde değişik Boy, renk ve biçimde 101 ayrı türde lale motifi kullanıldığı tesbit edilmiştir.
---
SWETİ GEORGE KİLİSESİ
Bulgar geç dönem Rönesansı'nın mimari üslubuna özgü bir bazilika olan Sv. Georgi Kilisesi; Edirne'nin kuzeydoğusunda Kıyık Semti, Barutluk Mahallesi, Tavukçu Sokakta yer almaktadır. Yapının 1850-1880 tarihleri arasında yapıldığı ve 24 Temmuz 1880 tarihinde kullanıma açıldığı bilinmektedir. Bulgar halkının yoğun göçleri sonucu cemaatini kaybettiğinden dolayı uzun bir süre yılda bir kez Mayıs ayının ikinci haftası İstanbul'dan gelen cemaate hizmet vermiştir. Tarihi süreç içerisinde kısmi onarımlar geçiren yapı, 2004 yılında tamamlanan restorasyonu sonrası tekrar ziyarete açılmıştır. Günümüzde etrafı binalarla çevrili olduğundan dolayı ana cadde üzerinden görülmesi mümkün olmamaktadır.
Yapı; narteks, üç nefli ana mekan ve apsis olmak üzere üç temel bölümden oluşmaktadır. 320 m2 kapalı alana sahip olan kilise, yığma teknikte inşa edilmiş olup yapının dış duvarları ise almaşık üslupta zengin bir kornişle sonlandırılmıştır. Yapı sonlandırılırken köşelerinde düzgün kesme taşlar kullanılmıştır. Beden duvarları oluşturulurken ise üç sıra tuğla arasında moloz taşlar kullanılmıştır. Batı yönünde kapalı ve dar bir mekan olan narteksin iki yanında, ana binanın kuzey ve güney duvarları boyunca uzanan ve narteks ile direkt bağlantısı bulunan iki yan giriş yer almaktadır. Restorasyon sırasında tespit edilen mahzene giriş mekanın döşemesinin altında yer alan ahşap kapak kaldırılarak dar ve dik bir merdivenle sağlanır. Narteksten bir basamak çıkılarak ulaşılan ana mekan, dörder adet sütundan oluşan iki sütun dizisiyle neflere ayrılmıştır. Narteksin üzerinde narteks büyüklüğünde iki katlı galeri mevcuttur. Burada kilise korosu ve ibadet etmek isteyenlere ait alanlar bulunmaktadır. İkostasis duvarının önünden geçerek sunak masasının bulunduğu apsise geçilir. Yapının tavanında dairesel ahşap bir bezeme yer almakta olup çan kulesi ise narteksin ortasına denk gelmektedir. Ana mekan çatısı beşik tonoz ile kapatılmış olan yapı günümüzde, 1. Grup Yapı olarak tescilli durumdadır.
---
SAINT ANTONIO KİLİSESİ
Edirne’nin tarihi konak ve sivil mimarlık yapılarıyla ünlü Kaleiçi Semtinde, Türk Ocağı Arka sokağı üzerinde yer almaktadır. 1852 yılında inşa edilen tarihi yapı İtalyan Latin cemaati adına kayıtlı iken 1976 yılında önce zemini daha sonra da müştemilatı ile birlikte Vakıflar Bölge Müdürlüğü mülkiyetine geçmiştir.
Yapının giriş kapısı üzerinde kitabesi bulunmaktadır. Kitabenin sağında ve solunda İtalyan üslubunda iki vazo ve içinden çıkan güller kitabeyi sınırlandırmıştır. Yapının kitabesi dikdörtgen şeklindedir. Kitabenin üstünde tanrıyı simgeleyen klasik tarzda bir güneş motifi yer alır. Madenden yapılmış giriş kapısı üzerinde altı tane elips madalyon içlerinde rozet taşırlar. Bu madalyonlar girland biçimindedir. Kapının sınırlandığı noktada, klasik tarzda bezemeli küçük köşe payeleri yer alır. Kapının hemen üzerinde çelenkler içinde yer alan iki kol ve bu kollar üzerinde İsa'nın motifi haç görülür. Bu da tanrıyı simgelemektedir. Yapıya iki basamaklı merdivenle girilir. Girişin en üstünde İtalyan hacı yer alır. Bazilika üzerinde yapılmış olan kilisenin cephesi tapınak cephesi gibi klasik tarzda düzenlenmiştir. Girişin ön cephesinde demir korunaklı iki pencere bulunur. Bu hücreler kule şeklinde yükselmektedir. Pastaforion hücresinin doğu ucunda birer tane demir korunaklı pencere yer alır. Güney pastaforion hücresinde dışarıya geçit veren bir kapı bulunur.Bu kapıdan hemen yanındaki müştemilata geçiş sağlanır. Yapının bahçesinde bulunan kitabeden anlaşıldığı kilise, Katolik kilisesidir. Kilisede süsleme unsuru olarak fresko ve mozaikler kullanılmıştır. Apsis dıştan düz bir duvarla örülmüş ve bu düz duvarın köşelerinde birer İtalyan haçı bulunmaktadır.
---
BÜYÜK SİNAGOG
Edirne'de bulunan ve Türkiye'nin en büyük ve Avrupa'nın üçüncü büyük Sinagogu olan ibadethanedir. Geçmişi 1492 yılında Avrupa'daki baskılardan kaçarak Osmanlı İmparatorluğu’na sığınan Seferad cemaatine kadar uzanan ve 1905 yılında çıkan büyük yangında yanan sinagog padişah II.Abdülhamit'in fermanı ile yeniden inşa edilerek 1907 'de Hamursuz Bayramı arifesinde tekrar hizmete girdi. Fransız mimar France Depré, binayı Viyana'daki Leopoldstädter Tempel adlı sinagogdan esinlenerek projelendirdi.
1497'de Portekiz Kralı I. Manuel'in ülkede bulunan Yahudilere din değiştirme ya da ülkeyi terk etme arasında bir seçim yapmalarını emreden bir kararname yayınlaması üzerine ülkeyi terk eden Yahudilerden bir bölümü Osmanlı İmparatorluğu topraklarına ulaşmış ve Edirne'ye yerleşenler olmuştur. Bu dönemde Edirne'de Yahudiler tarafından kurulan sinagogların sayısı on üçü bulmuştur. 1905 yılında Edirne'de çıkan büyük bir yangında bu on üç sinagogun zarar görmesinden sonra büyük bir sinagogun inşası düşünülmüş ve 1907 yılında sinagogun inşası tamamlanmıştır. İnşa edilen sinagogun adı ''Büyük Sinagog'' dur. Bu sinagoga bağlı bulunan Yahudiler, "Portekiz Cemaati" olarak adlandırılmakla birlikte geldikleri ülkede alışmış oldukları ritüel ve ayinleri burada devam ettirme şansı bulmuşlardır. Günümüz Edirne'sinde artık bulunmayan bu sinagogla ilgili bir efsane de sinagogda yapılan bir terennüm sırasında Sinagog Müziğini ilk defa Türk makamlarına adapte etme çalışmalarını yapmış müzik adamlarından İsrael ben Moşe Nadjara'nın ruhunun, "Muhteşem" bir biçimde Sinagogun yukarısında belirmiş olmasıdır.
1983 yılına kadar ibadete açık olan sinagog, Yahudilerin Edirne'yi terk etmeleri nedeniyle kullanılmadı ve yıkılmaya yüz tuttu. Sinagogun mülkiyeti 1995 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğüne geçti. Sinagog 2010 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğünün kararı ile restorasyona alındı ve 26 Mart 2015 tarihinde devlet temsilcileri ve Yahudi cemaati fertlerinin katılımıyla yeniden kullanıma açıldı. Açılışta ve açılışı takiben sinagogda yapılan ilk düğünde Sefardik Musevi gelenekleri uyarınca "Anoten Duası" edildi.
RÜSTEM PAŞA HANI
Kent merkezinde Eski Cami'nin hemen arkasındadır. Kanuni Sultan Süleyman'ın Sadrazamı Rüstem Paşa tarafından,1561'de Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Avlulu bir handır. Dikdörtgen avlunun çevresinde iki kat halinde 102 oda yer alır. Katların avluya bakan yüzleri revaklıdır. Uzun kenarında karşılıklı olarak yukarı çıkan merdivenleri vardır. Üst kat pencere ve kapı kemerlerindeki tuğla ve süsleme ilginçtir. Sivri kemerli pencerelerin sonradan dört köşe hale getirilmesi, doldurulması ya da yeni pencere açılması yapının görünümünü bozmuştur. Ön cephelerde 21 adet dükkan bulunur. Bu dükkanlar Han'a gelir getirmek amacıyla yapılmıştır. Han'ın ortasındaki alanda yine bir zamanlar Mimar Sinan tarafından yapılan Şadırvan ve Mescit bulunmaktaydı. 1877-78 Osmanlı - Rus Savaşı sırasında Edirne'yi işgal eden Ruslar bu mescidi yıkmışlardır.
Yakın geçmişte Edirne ve çevresinde üretilen ipekböceği kozaları burada pazarlanmaktaydı. 1972 yılında Otel haline getirilmiştir. Bu restorasyonda gösterilen başarı nedeniyle de Ağa Han Mimarlık Ödülü kazanılmıştır.
SELİMİYE ARASTASI
III. Murat Selimiye camisine gelir sağlamak için Mimar Davut Ağa'ya yaptırmıştır. 256 m. uzunluğunda ve 73 kemerlidir. İçinde iki yanda 124 dükkan vardır. Evliya Çelebi, buranın 'Kavaflar Çarşısı" olduğunu yazar. Dua kubbesinde, burada dükkanı bulunanların her sabah, doğru iş yapacaklarına ant içtikleri ve dua ettikleri bilinir. Mimar Sinan'ın ustalık eseri Selimiye Camisi'nin giderlerinin karşılanması için 3. Murat tarafından 1590 yılında yaptırılan çarşı, dükkan kiralarından elde edilen gelirle 428 yıldır vakfiyesine uygun olarak Selimiye'nin masraflarını karşılamaya devam ediyor. Cami avlusuna bağlanan kapısının yanı sıra güney, kuzey ve doğu cephesindeki giriş kapısıyla Osmanlı'nın klasik çarşı mimarisini yansıtan arasta, 256 metre uzunluğunda 73 kemerle Mimar Davut Ağa'nın imzasını taşıyor. Evliya Çelebi'nin Seyahatnamesi'nde çok sayıda ayakkabıcı, yemenici olması dolayısıyla Kavaflar Çarşısı olarak tanımladığı Selimiye Arastası'nda bulunan dükkanlar, günümüzde daha çok şekerlemeci ve hediyelik eşya satan esnafa ev sahipliği yapıyor.
ALİ PAŞA BEDESTENİ
Edirneliler'in daha çok Kapalı Çarşı adıyla andıkları Ali Paşa Çarşısı Kanuni Sultan Süleyman'ın son yıllarında dört yıl kadar Sadrazamlık yapan Hersekli Semiz Ali Paşa tarafından 1569 yılında Mimar Sinan'a yaptırılmıştır.
Bir söylentiye göre Kırklareli'nde yapılacak bir camiye gelir temin etmek amacıyla yaptırılmıştır. Yapılmasındaki bir maksat da kıymetli eşya satan (altın, gümüş vb.) ticaret erbabını bir çatı altında toplamak ve bu ticaret erbabının korunmasını sağlamaktır. Kaynaklara bakıldığında; her gece yüz adet bekçinin çarşıyı beklediğinden bahsedilmesi de sözkonusu ticari ürünlerin ne kadar değerli olduğunun göstergesidir.
Çarşının bir özelliği de kemerlerinin kırmızı-beyaz taştan yapılmış olmasıdır. Edirne'nin ticari hayatı bakımından yerli yabancı turistlerin akınına uğrayan Alipaşa Çarşısı'nda 130 dükkan ve 6 kapı bulunmaktadır. Altı kapının ilk ikisi iki ucunda olup, ortadaki iki yöne açılır ve ortakapı olarak bilinir. Diğer ikisi de doğuya bakar. Güneyindeki kapı (İğneciler ve Balıkpazarı Kapısı) Direkler Çarşısı'na açılır. Dış duvarlar kesme taşla örülü olup üstü tuğladır. 300 m. uzunluğundadır.
---
KERVANSARAYLARI
ŞEHZADE TÜRBELERİ
Dar-ül Hadis Camisi haziresi Edirne'de çok görülmeyen Şehzade Mezarlarının (Türbelerinin) en güzel örneklerini sergilemektedir. Bu mezarlarda şu padişahların çocukları yatmaktadır: Sultan III.Ahmet'in kızları; Zeynep ve Rukiye Sultan ile oğulları Şehzade Selim ve Mehmet. Sultan II.Mustafa'nın kızları Ümmügülsüm ve Hatice Sultan ile oğlu Mehmet. Sultan II.Murat'ın oğlu Hüseyin ile Orhan Çelebi. Ve taşı kırık olduğu için babası ile ölüm tarihi bilinmeyen Hafize Sultan.
---
HIDIRBABA TÜRBESİ
Hıdırbaba bazılarına göre Fatih Sultan Mehmet'in komutan askerlerindendir. Bazı kaynaklarda ise Hıdırbaba'nın Sultan I.Murat'ın Edirne'yi almadan önce buraya gelip yerleşen Türkler'e ait olduğu ve fetihten sonra Şah Melek Paşa ile Sadrazam İbrahim Paşa'nın buraya bir zaviye yaptırdıkları yazmaktadır. Bir başka yaklaşıma göre de tekke; Bektaşi'lerin ziyaret noktası olmuş; Fatih Sultan Mehmet'in esir aldığı Uzun Hasan'ın oğlu Sultan Yakup burada yaşamaya mecbur edilmiş ve burada vefat etmiştir.
Sultan İbrahim döneminde Koca Mustafa Paşa tarafından Edirneliler'in isteği üzerine yanlış ibadet yapılıyor gerekçesi ile harap edilmiş ve malzemeleri satılarak Gazimihal Köprüsü'ne ek bir köprünün yapımında kullanılmıştır. Sultan IV.Mehmet (Avcı Sultan Mehmet) buraya bir köşk yaptırdıktan sonra tekke yeniden açılmıştır.
SELİMİYE CAMİİ MEZARLIĞI
Selimiye'nin doğu yönünde iki medrese binası arasında kalan alan mezarlık olarak kullanılmıştır. Burada Edirne'nin eski ünlü Belediye Başkanlarından Dilaver Bey'in mezarı görülebilir. Mezar buradaki yerine, şimdi 25 Kasım Stadyumu olarak kullanılan alandan; yani tarihi Tatarhaniler Mezarlığı'ndan nakledilmiştir. Ayrıca burada Sultan III.Ahmet'in oğlu Şehzade Selim'in türbesi bulunmaktadır. Türk Bayrağı resminin bulunduğu mezar ise Edirne'ye 1913 yılında Bulgar işgalinden kurtaran öncü güçler arasında şehit olan ve Kapıkule yolunda adına yapılan şehitlik mevcut Yüzbaşı Reşit'e aittir.
---
ZEHRİMAR MEZARLIĞI
Selimiye'nin kuzeydoğusunda bulunan Zehrimar Mezarlığı küçük bir alan olarak düzenlemiş olup; içinde bazı Edirne Kadıları ve Şeyhülislamları'nın mezarları ve mezartaşlarının güzeda örnekleri ile bir su terazisi temeli görülebilir. Zamanla bir mescidin de bulunduğu bu alanda, mescid haziresindeki sebilin orjinal kitabesi yerindedir.
---
KÖŞKLERİ
CİHANNÜMA KASIRI
Kitabesine göre, H. 855- 56/ 1451- 1452 yılında Sultan II. Mehmed tarafından yaptırılmıştır. Bugünkü adıyla anılmadan önce, Hane-i Hassa, Kasr-ı Padişahi, Taht-ı Hümayun Kasrı, Kasr-ı Ali ya da Hasoda Köşkü olarak adlandırılan bu kasrın, Fatih zamanında Taht-ı Hümayun Dairesi'ni, Hasoda'yı ve Kütüphane'yi içerdiği, Yavuz Sultan Selim zamanında ise Sancak-ı Şerif ve Sancak-ı Şerif Şeyhi Odaları'yla genişletildiği biliniyor. Kasır hakkında bilgi veren kaynak ve yayınlarda yapının, II. Ahmed döneminde, 1104/ 1692 yılında onarıldığı ve bazı değişikliklere uğradığı belirtilmektedir. Daha geç tarihli keşif ve onarım belgeleri, yapının 19. yüzyılın başlarına kadar onarılmaya devam edildiğini ve bazı eklentilerle genişletildiğini ortaya koymaktadır. Kasrı gösteren en eski resim, bilebildiğimiz kadarıyla, Edirne Yeni Saray (Saray-ı Cedîd-i Âmire)’nı 15 Mayıs 1741’de ziyaret eden Baron Gudenus’un gezi notlarının ekinde yer almaktadır. Bu resimde kulenin ön cephesinin önünde üç merdiven kanadıyla çıkılan ve ahşap payandalara bindirilmiş geniş bir saçağın örttüğü bir sahanlık yer almaktadır. Bu betimlemede, saçaklığı taşıyan ahşap direklik bina yan kanatlarının üç katı yüksekliğindedir ve iki pencere sırası yüksekliğinde bir taban kısmının üzerine oturur. Saçaklığın gerisinde ise, kule cihannümasının kafesleri görünür.
Bu binaya, avluyu kuşattığı anlaşılan tek katlı bir revak gelip dayanmaktadır. Ne var ki, resimdeki bu oranlar, Gudenus’un sunduğu kesitle tamtamına uyuşmamaktadır. Kesitte, saçağı taşıyan direklik tek kat yüksekliğindedir, buna karşılık saçaklığın çatı kısmı, -zemin kattan daha alçak olan- üçüncü ve dördüncü katların hizasındadır ve dördüncü kat penceresinin altında kesilmektedir. Baron Gudenus’un kasırla ilgili plan ve kesit resminin yanında “Edirne Sarayında bulunan kule ve onun çevresinde inşa edilmiş köşk” şeklinde bir açıklama yazısı vardır. Kasrın 19. yüzyıl başlarındaki görünümünü çok daha gerçekçi ayrıntı ve oranlarla veren daha sonraki bir tasvir ise, 1829 tarihli Sayger ve Desarnod albümündeki bir gravürdür. Bu gravürde, kulenin önündeki teras şeklindeki sahanlık ile onu örten yüksek saçaklık gösterilmemiştir. Buna karşılık, ön ve yan cephelere sonradan eklenmiş olması gereken, çıkıntı şeklinde ve daha alçak tali kanatlar dikkati çeker. : Bilindiği gibi, kasır, H. 1220/ 1805'ten başlayarak Topçubaşı Dairesi ve cephanelik olarak kullanılmış, H. 1245/ 1830 tarihinde Edirne'ye giren Rusların ordugahı haline getirilmiş, H. 1293/ 1876- 77 savaşında ise, Vali Cemil Paşa tarafından, içindeki cephaneyle birlikte havaya uçurulmuştur.
---
EDİRNE SARAYI
Tunca Sarayı, Hünkar Bahçesi Sarayı, Edirne Saray-ı Hümayunu gibi isimlerle de anılan Edirne Sarayı (Sarây-ı Cedîd-i Âmire); Edirne'nin Yeni İmaret Mahallesi'nde Sarayiçi olarak adlandırılan bölgesinde, II. Murad'ın saltanatının son zamanlarında 1450 yılında Tunca Nehri'nin iki yakasında inşa edilmeye başlanmış ve esas karakterini II. Mehmed döneminde kazanmıştır. İstanbul'daki Topkapı Sarayı'ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun en büyük ikinci sarayıdır. Büyük meydanlar etrafında konumlanan değişik işlevli yapılarıyla Türk saray mimarisinin genel karakterini de yansıtan Edirne birçok yapıyı bünyesinde barındırmış ve oldukça geniş bir alana yayılmıştır.
Edirne Saray'ının bulunduğu yerinin tercih edilmesi Sultan I. Murad zamanına kadar dayanmaktadır. Evliya Çelebi'nin anlattığına göre, burası eskiden Edirne kralının av yeriydi. Fetihten sonra Sultan I. Murad'ın halktan uzakta ibadette bulunmak ve dinlenmek amacıyla bu yere geldiği, bu amaçla da tekke ve köşk inşa ettirdiği anlaşılmaktadır. Daha sonra Sultan II. Murad'ın Tunca nehri kıyısında 1450 yılında 152 bir köşk inşa ettirdiği, Fatih Sultan Mehmed zamanında ise babasının köşkünü de içine alacak şekilde bir saray kompleksinin bu mevkide bir bütün halinde planlanarak yapımını gerçekleştirildiği bilinmektedir.
Tunca nehri kıyılarında, Sultan ll. Murad'ın bir köşk yaptırması ile başlayan, oğlu Fatih Sultan Mehmed'in planlı ve bir bütün halinde tasarlayarak yaptırdığı yapılar ile teşkilatlı bir sultan sarayı halini alan Edirne Yeni Sarayı, özellikle Kanuni Sultan Süleyman ve Sultan IV. Mehmed dönemlerinde en parlak zamanını yaşamıştır. Batılı tarzda inşa edilen saray binalarının yapılmasına kadar, tekrarlana gelen bir mimari kuruluş ile her hükümdar döneminde kimi yapıların yenilenmesi, ihtiyaca göre bölümlerin eklenmesi şeklinde saray sürekli genişlemiştir.
Edirne Yeni Sarayı'nın inşası Beşir Çelebi Risalesi'nden anlaşılacağı üzere Fatih Sultan Mehmed tarafından düşünülmüş bir bütün halinde yaptırılmıştır. Fatih Sultan Mehmed İstanbul'un fethinden sonra Edirne'de kalmaya devam etmiş, oğulları Bayezid ve Mustafa'yı 1455 yılında burada sünnet ettirmiştir. Bu sayede Edirne Yeni Sarayı, Fatih Sultan Mehmed döneminde daha da genişlemiş ve gelişmiştir. Fatih Sultan Mehmed döneminde Edirne Yeni Sarayı'nın Cihannüma Kasrı (Taht-ı Hümayun) ana yapısını oluşturmaktadır. Bu dönemde Bab-ı Hümayun, Alay Meydanı, Sancak-ı Şerif Dairesi, (valilik) Arz Odası, Kum Kasrı, Harem-i hümayunun bir kısmını, kütüphane-i hümayun, mutfak ve saire yaptırmıştır, ayrıca Hasbahçe'ye de çok sayıda ağaç diktirmiştir.
Babüssaade (Ak Ağalar Kapısı)
Matbah-ı Amire'nin kuzeydoğusunda, Alay Meydanı'na bakmakta ve Arz Odası, Ak Ağalar Hamamı, Ak Ağalar Hamamı ile Cihannüma Kasrı'nın da bulunduğu bir avluya geçişi sağlamaktadır.
Matbah-ı Amire
Edirne Yeni Saray (Saray-ı Cedîd-i Âmire)'ın mutfak yapısı olarak bilinen Matbah-ı Amire, Tunca Nehri'nin güneybatı kesiminde, Fatih Köprüsü'nün batı yanında yer almaktadır. II. Mehmed zamanında, 15. y.y. ortalarında inşa edildiği kabul edilen yapı; mimari özellikleri yanı sıra, inşa malzemesi ve tekniği ile de devrinin özelliklerini yansıtmaktadır. Doğu- batı yönünde uzanan dikdörtgen bir plana sahip olan Matbah-ı Amire, üç bölüm halinde düzenlenmiştir. Doğu- batı yönünde sıralanmış kare planlı ayaklara oturan sivri kemerlerle yapının batı bölümü, kendi içerisinde dört, doğu yanında kalan eş büyüklükteki iki bölüm ise, ikişer kare mekana bölünmüştür. Her bir mekanın üzeri, pandantiflerle geçilen birer kubbe ile örtülmüştür. Yapının iç mekanlarında tuğla ile yapılmış dört adet dikdörtgen kesitli birer ocak vardır. Bu ocakların devamı niteliğinde, örtüde düzgün kesme taş ile yapılmış bacaları vardır. İnşasında kaba yonu ve moloz taş ile tuğlanın kullanıldığı yapının kuzey ve güney cephesini boydan boya kat eden; zemini tuğla döşeli, üzeri ise olasılıkla ahşap direklere oturan bir sundurmayla örtülü bir revağın var olduğu, mevcut izlerinden anlaşılmaktadır. Mevcut kalıntılardan iç duvar yüzeylerinin sıvalı olduğu anlaşılan yapıda, herhangi bir süsleme unsuruna rastlanmaz. Matbah-ı Amire'nin kuzeybatı köşesine bitişik ve 16. yüzyılda yapıldığı düşünülen bir çeşme vardır. Dikdörtgen planlı çeşmenin duvarları düzgün kesme taş, çapraz tonoz örtüsü ise tuğlayla inşa edilmiştir. Çeşmenin kuzey duvarı üzerinde, mihrabiye şeklinde iki niş mevcuttur. Bu nişlerin ortasında, birer musluk yuvası vardır.
Kum Kasrı Hamamı
Edirne Yeni Saray (Saray-ı Cedîd-i Âmire) kompleksinin ayakta kalan az sayıdaki yapısından birisidir. D. S. İ. tarafından yapılan seddenin güneyinde, Tunca Nehri'nin kuzeybatısında yer alan hamam, bitişiğindeki Kum Kasrı ile organik bir bağa sahiptir. Ancak, hamama kuzeybatıdan bitişik olan kasırdan günümüze yalnızca temel kalıntıları ulaşmıştır. Sarayın Kum Meydanı, Kum Kasrı Meydanı ve II. avlusu olarak bilinen meydanın kuzeydoğusunda bulunan Kum Kasrı Hamamı, II. Mehmed zamanında, 15. yüzyıl ortalarında inşa edilmiştir. Yapıda inşa malzemesi olarak; kaba yonu ve düzgün kesme taş ile tuğla almaşık ve kasetleme tekniklerinde kullanılmıştır. Hamamın örtüsünde kubbe (soğukluk, ılıklık ve sıcaklıkta) ve tonozlar (külhan ve sıcaklık eyvanında) kullanılmıştır.
Fatih Köprüsü
II. Mehmed dönemine ait olan Fatih Köprüsü, Tunca Nehri'nin kuzey kolu üzerinde olup, Saray'ın Hasbahçesi ile Kum Meydanı'nı birbirine bağlamaktadır. Düzgün kesme taşlarla inşa edilen üç kemerli köprü, 1452 yılına tarihlendirilmektedir. Mülkiyeti Karayolları Genel Müdürlüğü'ne ait olan Fatih Köprüsü; Cephanelik Köprüsü, Süvari Köprüsü ve Hasbahçe Köprüsü olarak da bilinmektedir.
Kanuni Köprüsü
Tunca Nehri üzerinde yer alan Kanuni Köprüsü, Edirne Yeni Saray (Saray-ı Cedîd-i Âmire)'ın yer aldığı Sarayiçi mevkiinde, Tunca Nehri'nin kolu üzerinde bulunmakta ve şehir merkezi ile Sarayın Hasbahçesini birbirine bağlamaktadır. Kanuni Köprüsü; Saray Köprüsü olarak da bilinmektedir.
Şehabeddin Paşa (Saraçhane) Köprüsü
Kentin kuzeybatısında Tunca Nehri üzerinde yer alır. II. Murat Dönemi'ne ait olan köprü, Anadolu ve Rumeli'de pek çok vakıfları bulunan, dönemin veziri Şehabeddin Paşa tarafından inşa edilmiştir. Edirne kent merkezinde camii de bulunan Şehabeddin Paşa'nın Bulgaristan- Filibe (Plovdiv)'de de vakıfları eserleri bulunmaktadır. Düzgün kesme taşlarla inşa edilen Şehabeddin Paşa (Saraçhane) Köprüsü, on sivri kemerlidir. 120 metre uzunluğa sahip yapının genişliği ise 5 metredir. Köprünün, mihrap tarzında kitabe köşkü ile bunun karşısında mermer parmaklıklı ve korkuluklu bir balkon yer alır. Günümüzde Edirne Müzesi'nde yer alan inşa kitabesinden yapının 1451 tarihinde inşa edildiğini öğrenmekteyiz. Ayrıca yapının, 1706'da II. Mustafa Dönemi'nde onarıldığına dair bir de onarım kitabesi mevcuttur.
Av Köşkü, Bülbül Köşkü
Edirne Yeni Saray (Saray-ı Cedîd-i Âmire)'nin çok geniş bir av sahasına (Hadika-i Hassa) sahip olduğu, kaynak ve yayınlarda belirtilmektedir. Tunca Nehri'nin iki kolu arasında kalan ve adeta bir ada görünümündeki Tavuk Ormanı (Edirne Yeni Saray (Saray-ı Cedîd-i Âmire)'ın Hadika-i Hassa, Av Sahası)'nda yer alan Av Köşkü, Bülbül Köşkü olarak da bilinmektedir. Tavuk Ormanı'nda çok zengin bir ağaç ve bitki çeşitliliği yanı sıra kuş türlerinin de olduğu, yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştur. Bu sahada 70 çeşit kuş türünün olduğu, ancak bunların zamanla göç ettiği veya neslinin tükendiği saptanmıştır. Bitki ve ağaç çeşitliliği bakımından da her geçen gün fakirleşen Tavuk Ormanı (Hadika-i Hassa)'da, pek çok av köşkünün inşa edildiği, ancak bunlardan yalnızca bir tanesinin günümüze ulaştığı görülmektedir.
Adalet Kasrı
Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1561 yılında Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Zeminle beraber dört katlı olup, üst katında mermer fıskiyeli bir havuz bulunur. Döneminde, Divan-ı Hümayun (Bakanlar Kurulu) ve Yargıtay olarak kullanılmaktaydı. Rivayete göre Sultan Süleyman imparatorluğun kanunlarını burada yazmıştır. Edirne Yeni Saray (Saray-ı Cedîd-i Âmire)'nin Hasbahçesi olarak bilinen alanda, Hasbahçe ile Kum Meydanı'nı birbirine bağlayan Fatih Köprüsü'nün güney girişine yakın bir yerde bulunan Adalet Kasrı, büyük oranda sağlam olarak günümüze ulaşmıştır. Bugünkü halini onarımlarla alan Adalet Kasrı, kare planlı ve üç katlı olarak inşa edilmiştir. Düzgün kesme taşlarla inşa edilen kulenin üzeri, içten kubbe, dıştan ise piramidal bir külahla örtülmüştür. Kuzey cephesi ortasındaki, sağır alınlıklı ve sivri kemerli bir kapıyla girilen Adalet Kasrı'nın her katında bir mekan bulunmaktadır. İçeriden merdivenlerle ulaşılan katlardan en üsttekinin ortasında, mermer bir selsebil bulunmaktadır. Cephelerinde düşey dikdörtgen formlu, söveli ve lentolu pencereler yanında; en üst katın üst seviyesinde sivri kemerli olanları da bulunmaktadır.
Su Maksemi
Edirne'ye ve dolayısıyla Edirne Yeni Saray (Saray-ı Cedîd-i Âmire)'a, suyun sistemli bir şekilde gelmesi, ancak 16.yy.'da, Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Haseki Hürrem Sultan tarafından Mimar Sinan'a yaptırılan su kemerleri, su yolları ve maksemler sayesinde sağlanmıştır. Şehre suyu taşımak için kanallar, kemerler, maksemler, su terazileri yapılmış, nehirler üzerine köprüler 13 kurulmuştur. Ayrıca, suyu dağıtan sebiller ve çeşmeler de yapılmıştır.
KONAKLARI
2.BEYAZIT KÜLLİYESİ
Edirne'de tarihi külliye. İkinci başkent konumundaki Edirne'yi darüşşifaya kavuşturmak amacıyla Sultan II. Bayezid tarafından 1484-1488 yıllarında Mimar Hayreddin'e yaptırılmıştır.
Külliye Edirne şehir merkezine 2 km uzaklıkta Tunca Nehri kıyısında yer alır. Geniş bir alanı üzerine inşa edilen külliye; cami, imaret, mutfak, erzak ambarı, medrese, dârüşşifâ, değirmen, köprü ve hamamdan oluşmaktadır. 1653'te Edirne'ye gelen Evliya Çelebi, külliyeyi ziyaret etmiş ve seyahatnamesinde külliyenin darüşşifası hakkında detaylı bilgiler vermiştir. II. Bayezid Külliyesi çeşitli zamanlarda Tunca Nehrinin taşması sonucunda büyük zarar görmüştür. Külliye ayrıca Balkan Savaşları sırasında da Edirne'nin en fazla zarar gören eserleri arasında yer almıştır.
Camii dışındaki yapıları, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1984 yılında Trakya Üniversitesi'ne devredilmiştir. Bir süre Trakya Üniversitesi Edirne Meslek Yüksekokulu'nun Restorasyon ve Duvar Süsleme Bölümleri burada eğitim öğretimini sürdürmüştür.
2. BEYAZIT CAMİİ
Edirne'de II. Bayezid Külliyesi içinde yer alan 20,55 m çapında tek bir kubbesi ve iki minaresi olan anıtsal bir Camidir. Külliye birimlerinin merkezinde yer alan cami, kare şeklinde, sütunsuz ve kemersiz bir yapıdır. Mimarı, Mimar Hayrettin veya Yakup Şah Bin Sultan Şah'tır. Temeli 1484 yılında Osmanlı Sultanı II. Bayezid tarafından atılmış; 1488 yılında ibadete açılmıştır. Cümle kapısı üzerinde, iki satır halinde düzenlen ve altı kutucuktan oluşan inşa kitâbesi Zenbilli Ali Efendi tarafından yazılmıştır. Hattatı Şeyh Hamdullah'tır. Kapının sağ ve sol duvarlarında, mihrap biçimli nişlerin üstlerindeki beşer mısralık yazılar da Şeyh Hamdullah'a nispet edilir.
Dört duvar üstüne oturtulmuş 22m. çapındaki tek bir kubbesi vardır. 22 kubbeli bir revak tarafından çevrelenmiş avlusu ortasında üstü açık bir abdest şadırvanı yer alır. Caminin, 17 mermer sütun içinde yer alan hünkar mahfilinin Osmanlı cami mimarisinde yapılmış ilk mahfil olduğu kabul edilir. Türk ağaç işçiliğinin en güzel örneklerinden olan geçmeli cami kapıları Tunca Nehrinde meydana gelen taşkınlarda uzun süre su altında kaldığından dolayı zarar görmüş ve koruma amacıyla Edirne Müzesine kaldırılmıştır.
2. BEYAZIT MEDRESESİ
Döneminin en önemli tıp okullarından biriydi ve hastaneye hekim yetiştirirdi. Önem rütbesi açısından Osmanlının üst derecesi sayılan altmışlık medreseler arasında yer alırdı. Müderris adı verilen hocası ve yardımcısının yanında kütüphane görevlisi ve 18 öğrencisi vardı. Hocasına günde 60, öğrencilerine ise 2 akçe ödenirdi. Bu bölümlerdeki uygulama günümüzün eğitim ve uygulama hastanelerini andırır. Tıp Medresesi'nde eğitim gören öğrenciler aynı zamanda darüşşifada usta çırak ilişkisi ile eğitimlerini tamamlarlardı.
Evliya Çelebi, medrese için; "Külliyenin içinde Medresetü'l Etıbba ve odalarında talebeler vardır ki, her biri daima Eflatun, Sokrat, Filbos, Aristotales, Galen, Pisagor gibi alimlerden söz eden olgun tabiplerdir, her biri bir fenne yönelip, hekimlik ilminde kıymetli kitaplara değer vererek, âdemoğullarının derdine deva bulmaya çalışırlar." diye yazar.
Bu medresede okutulan ve birçoğu Sultan II.Bayezid tarafından bizzat bağışlanan tıp kitapları günümüze kadar ulaşmıştır. Dönemin hekimliğini anlatan 37 adet kitap şu an Selimiye El Yazması Eserler Kütüphanesi'nde koruma altındadır.
2. BEYAZIT DAR-ÜL ŞİFASI
Bu hastanede, musikinin ve su sesinin huzur verici tınıları taş duvarlarda yankılanarak şifaya dönüşür. İbni Sina'dan Farabi'ye; Selçuklulardan Osmanlılara uzanan köklü bir müzik terapi anlayışı, fiziksel ve ruhsal hastalıkların tedavisinde başarı ile uygulanır. Evliya Çelebi'nin "Orada öyle bir darüşşifa vardır ki; dil ile tarif edilmez, kalem ile yazılmaz" diyerek tanımladığı hastanesi, 400 yıl boyunca aralıksız olarak hastalara şifa dağıtır.
Edirne Darüşşifası, kuruluşunda çok yönlü bir hastanedir. İlk yıllardaki kadrosunda 1 hekimbaşı, 2 hekim, 2 cerrah, 2 göz hekimi ve 2 eczacı bulunur. Bu hastanede görev yapan Hekimbaşılarına vakıf bütçesinden günde 30, diğer hekimlere ise günde 15'er akçe ödenirdi. Toplam personel sayısı 21, hastanenin yatak sayısı ise 32'ydi. Uzun yıllar dertlilere deva olan bu şifa yurdu, daha sonraki yıllarda, sadece akıl ve ruh hastalarının tedavi edildiği bir merkeze dönüşmüştür. Bu hastanenin en büyük özelliği tedavide dönemin hekimlik bilgilerinin yanında musiki, su sesi ve güzel kokuların kullanılmış olmasıdır. On kişiden oluşan hanende ve sazende topluluğu, haftanın üç günü müzik sahnesinde yerini alır, her hastalığa göre farklı makam çalıp söylerlerdi. Örneğin, havale ve felç rahatsızlıklarında Rast, sinirli kişilere Irak, baş ağrısı için Rehavi, kalp hastalıkları için Zengule, zihni açıp zekâyı arttırmak için ise İsfahan makamı çalınırdı.
---
KALELERİ
BURÇLARI
KIŞLALARI
RİBATLARI
Sınır Boylarında ve Stratejik Mevkilerde Askeri Amaçlı Kullanılan Yapılara Verilen Ad.
HİSARLARI
HIDIRLIK TABYA
Edirne’deki Hıdırlık Tabyalarında, Şükrü Paşa komutasında Bulgarlara karşı destansı bir direnişin gösterildiği karargâh binası, 18 adet topçu odası, 120 metrelik tünel ve 4 adet dehliz odası bulunur. Balkanlar üzerinden gelen düşman ordularının ciddi bir direnişle karşılaşmadan başkent İstanbul’a kadar gelmesi Osmanlı yönetimini Edirne’de savunma hattı oluşturmaya sevk etmiştir. Bunun üzerine şehirde en büyüğü Hıdırlık olmak üzere 24 adet tabya inşa edilmiştir.
Hıdırlık Tabya, 1886-1888 yılları arasında inşa edilmiş ve Balkan Savaşları'nda ünlü Edirne savunmasının karargâh binası olarak kullanılmıştır. Hıdırlık Tabya, Balkan Savaşları sırasında Edirne savunması için oldukça önemli bir mevzidir. Yapının Şükrü Paşa’nın karargâhı olduğu bilinir. Tabya, yerleşimi, mimari yapısı ve sağlamlığı ile bölgenin stratejik önemi ile uyumlu bir görüntü sergilemektedir. Şehrin en büyük tabyasıdır. Yapı kompleksi, nizamiye, koğuş binası, topçu odaları, topçu bataryaları, hendek ve avludan oluşur. Hıdırlık Tabya'nın teşhir-tanzim çalışmalarında taşınmazın restoresi sırasında açığa çıkan buluntu ve tabyanın faal dönemini yansıtan materyallerin sergilenmesi amaçlanmıştır. 1886-1888 yılları arasında inşa edilen ve Balkan Savaşları'nda ünlü Edirne savunmasının karargâh binası olarak kullanılan Hıdırlık Tabya'da teşhir-tanzim çalışmaları kapsamında ayrıca değerlendirilmek üzere Balkan Savaşları Dönemi ile Erken Cumhuriyet Dönemini yansıtan top, tüfek ve tabanca gibi ateşli silahlar, gülleler ile savaş araç gereçleri ve yine dönemini yansıtan askeri kıyafetler de sergilenmektedir.
---
KORUGANLARI
YERALTI ŞEHİRLERİ
SURLARI
KAPILARI
ÖREN YERLERİ
MİLLİ PARKLARI
ÖZEL MÜZELERİ
MİLLİ SARAYLARI
DEVLET MÜZELERİ
MİMAR SİNAN (1490-1588)
Mimar Sinan, Osmanlı Padişahlarından olan 2. Selim, 1. Süleyman ve 3. Murad dönemlerinde baş mimar olarak görev yapan, yaptığı eserleriyle Dünya tarihine adını yazdıran kişidir. 29 Mayıs 1489 tarihinde Kayseri’nin Ağırnas köyünde doğdu. Asker yetiştiren Acemi Oğlanlar Ocağı‘na 22 yaşında alındı. Burada yapı işlerinde görev aldı. Ayrıca bu dönemde dönemi en önde gelen mimarlarının yanında çalışma fırsatını yakaladı. Çaldıran Savaşı ve Mısır Seferlerinden sonra Yeniçeri Ocağı’na alındı. Mimar Sinan, Kanuni döneminde, 1521‘de katıldığı Belgrad, 1522‘deki Rodos seferlerinden sonra subaylığa yükseldi. Hayatı boyunca toplamda 375 eser bırakmıştır. Bunlardan Edirne’de yaptığı Selimiye Camisi Dünya Kültür Mirası listesindedir. 17 Temmuz 1588 tarihinde İstanbul’da vefat etmiştir. Türbesi, Süleymaniye Külliyesi’ndeki, Haliç duvarının önündedir.
Koca Sinan Osmanlı padişahlarından I. Süleyman, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde baş mimar olarak görev yapmıştır. Yaptığı eserleriyle dünya tarihine adını yazdırmıştır. 22 yaşında asker olmak için Acemi Oğlanlar Ocağı’na alınmış, daha sonra Yeniçeri Ocağı’na katılmıştır. 1526 yılında, yayabaşı olarak çıktığı Mohaç seferinden sonra, cephane sorumlusu görevi verilen Mimar Sinan, 1529‘da Viyana, 1529-1532 arasında Almanya, 1532-1535 arasında da Irak’a düzenlenen, Bağdat ve Tebriz seferlerine katıldı. Bağdat seferinde, Van Gölü‘nün üstünden geçecek üç geminin yapımını başarıyla tamamlaması, Sinan’a haseki ünvanını kazandırdı. Bu rütbeyle, Korfu, Pulya ve Moldavya seferlerine katıldı. 1538’de Karaboğdan Seferinde ordunun Prut Nehri’ni geçmesi için köprü gerekmiş bataklık yerde günlerce çalışılmasına rağmen köprü kurulamamış, görev Damat Çelebi Lütfi Paşa’nın emriyle Mimar Sinan’a verilmiştir. Kısa sürede bu köprüyü yaparak ünlenmiştir.
EFSANELERİ
YEMEDEN DÖNME
ALMADAN DÖNME
Maalesef Hiçbir Otel Bulunamadı.
Maalesef Hiçbir Gezi Bulunamadı.
Maalesef Hiçbir Araç Bulunamadı.
Maalesef Hiçbir Gemi Bulunamadı.